AP Türk Milletvekili: "Bundestag’ın Ermeni Soykırımı’nı tanıma kararının ardından Almanya yükümlülüğünü yeterince yerine getirmedi"

15 dakikalık okuma

BRÜKSEL, 5 EKIM, ARMENPRES: Avrupa Parlamentosu üyesi Demirel, Armenpress’ın Brüksel muhabirine verdiği röportajda, Alman toplumunun İsrail konusundaki tutumuna, Almanya-Türkiye ilişkilerinin temelindeki konulara, Bundestag'ın Ermeni Soykırımı'na ilişkin aldığı karara ve Almanya'nın üstlendiği yükümlülüklere değindi. Avrupa Parlamentosu Almanya milletvekili Özlem Alev Demirel’e göre İsrail devlet politikasını eleştirmek Yahudi düşmanlığını körüklemek anlamına gelmez.

-2016 yılında Budenstang Ermeni Soykırımı’nı tanıyan bir tasarıyı kabul etti ve bazı yükümlülükler üstlendi. Yükümlülüklerden biri de Ermeni-Türk uzlaşmasına katkıda bulunmaktı. Bugün Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde normalleşme süreçlerinin yaşandığı göz önüne alındığında, Alman yönetimi tarafından bu karar ne ölçüde uygulanıyor? 

-Almanya'nın soykırımı kabul etmesi önemli bir noktaydı. Asıl önemli olan Alman kamuoyunda konunun sadece Türkiye ve Osmanlı’nın rolü kapsamında değil de, bizim de payımız nedir tartışmasına yol açmasıdır. Maalesef henüz böyle bir durum yok. Araştırmalar konusunda son yıllarda bazı önemli çalışmalar yapıldı. Evet, sizin de dediğiniz gibi bazı yükümlülükler üstlendi. Almanya'nın Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için elinden geleni yapmasına dair sözler verildi.  Bu konuda yeterince bir şey yaptılar mı? Bu soruyu size sormak gerekiyor. Ben pek bir şey yapılabildiğini görmedim. Tam tersine savaşların tırmanmasına zemin hazırlıyor ve destekliyor gibiyiz. 

Oysa ki bizim ihtiyacımız olan şey gerçekten diplomasinin güçlenmesi, savaşların çıkma olasılığının azaltılması, siyaset olması gerekirdi. Sanırım, bu noktada Almanya üstüne düşen görevi yeterince üstlenmedi. Türkiye-Ermenistan ilişkileri son dönemlerde çok iyileşmedi. Tam tersine, Türkiye bugüne kadar soykırımı soykırım olarak da adlandırmıyor. Bu da büyük bir sıkıntıdır. Ama bunun da altını çizmek gerekiyor; Türkiye'deki bütün demokratik ilerici muhalif güçler bu soykırımın soykırım olduğunun altını çiziyor. 

Hrant Dink bu konuda Türkiye'deki ilerici güçler için çok anlamlı bir isimdi. Hrant Dink sokak ortasında katl edildi ve Dink’in öldürülmesi konusunu Almanya dahil kimse artık tartışmıyor. Asıl kabul edilemeyecek nokta budur. Çünkü Hrant Dink’in çizgisi bu ilişkilerin, devletlerin ilişkilerinin normalleşmesinin çizgisiydi. Halkların kardeşliği üzerine giden bir çizgiydi. Dink’in katliamini Almanya sözde eleştirdi ama yeterince kınadı mı, aslında bu soruyu da  tartışabiliriz. 

-Almanya kayıtsız şartsız İsrail'i destekliyor. Bu yaklaşım kamuoyunda nasıl bir karşılık buluyor? 

-Evet, Almanya'da şu anki hükümet ve muhalif devlet partileri de dahil olmak üzere, açıktan İsrail’in şu an gerçekleştirdiği soykırımcı savaştan yana saf belirlemekte. Alman devlet siyaseti her zaman Almanya'nın tarihi yüzünden Yahudilere karşı yapılan feci ve tarihsel olarak gerçekten kıyaslaması olmayan katliam yüzünden İsrail'e karşı özel bir sorumluluğu olduğunun altını çizerek hep kayıtsız şartsız İsrail'e destek verdiğini açıklıyor. Almanya tarihinden dolayı Alman halkında bu egemen bir düşüncedir ve tabii ki de antisemitizme karşı özel duyarlık göstermesi önemli ve doğrudur. Ancak İsrail devlet politikasını eleştirmek Yahudi düşmanlığını körüklemek anlamına gelmez. Alman halkının antisemitizm konusunda tarihsel bir duyarlılığı olması doğru ve önemlidir. Ama mevcut hükümet bunu ve Alman devlet politikası kendi Orta Doğu politikaları için kullanmakta ve tabii ki kayıtsız şartsız bir aşırı sağ hükümete destek vermek veya uluslararası hukukta Filistin toprakları sayılan bölgeleri işgal etmesine karşı sesiz kalmak hiçbir biçimde kabul edilemez. Uluslararası mahkemelerde İsrail'in bir halk katliamı gerçekleştirme olasılığının olduğunun altını çizildi ve Almanya'nın bu kararlara rağmen hala silah göndermeye devam etmesi hiçbir biçimde kabul edilemez. Bunu kamuoyundaki tepkisinde de görebiliyoruz.

Şöyle bir düşünce egemen: Tabii ki bizim Yahudi halka karşı özel bir sorumluluğumuz vardır ama bu savaşa daha fazla silah göndermek doğru bir yaklaşım olamaz diyen bir çoğunluk var Almanya'da ve bu çok önemli. Çünkü şunu bilmeniz gerekiyor ki Alman basınında İsrail'in yaptığı bu katliamdaki insan hakları ayakları altına alan çizgisine dair pek fazla bir şey okuyamıyorsunuz, yani Israil’in şu an kabul edilemez bir savaşın içinde olduğunu okuyamıyorsunuz. Tam tersine Almanya’da basın konuya her zaman İsrail'in perspektifinden yaklaşıyor. Ama buna rağmen Alman halkı bunun artık böyle kabul edilemeyeceğinin altını çiziyor. İşin gerçek arka planı da Almanya'nın Yahudilere karşı katliamı değil, Almanya'nın ve Amerika'nın Ortadoğu'daki kendi siyasi jeopolitik çıkarları doğrultusunda hareket etmesidir. Asıl arka planı budur. 

-İsrail ile çelişkili ilişkiler içinde olan başka bir ülke de Türkiye. Türkiye ve Almanya liderleri son iki ayda iki kez bir araya geldi. Bu Türk-Alman ilişkileri açısından ne anlama geliyor? 

-İşin gerçeğinde 2 nokta var. Birincisi, büyük ihtimalle Almanya'da insan haklarını göz ardı eden bir göçmen tartışması. Şu an aşırı sağın da yükselmesiyle bağlantılı olarak mümkün olduğu kadarıyla buraya göçmenleri kabul etmeme, mültecileri kabul etmeme ve uluslararası olan mülteci hakkını gerçekten ayakları altına alma siyaseti izleniyor.  

Türkiye'nin özellikle Suriye'den gelen mültecilere yönelik kapı olmasından dolayı kabul edilmez bazı mülteci anlaşmaları vardı. Son yıllarda Avrupa'ya ve Almanya'ya gelen büyük mülteci grupları arasında özellikle Kürtler ama aynı zamanda Türkiye'deki muhalefeti de yer alıyor. Kapıları kapatmak için Türkiye ile görüşmeler var. 

İkincisi, kuşkusuz Türkiye'nin de bu Ortadoğu siyasetinde önemli bir rolü olduğu ve Türkiye'nin Avrupa'yla Ortadoğu arasındaki ana kapının olduğu bilinmektedir. ABD bir dönem bu savaşı durdurmaya yönelik siyaset yaparken şu an açıktan, İsrail'e destek veriyor. Batı’nın ve Almanya’nın iki yüzlü olduğunu gerçekten açık biçimde görebiliyoruz. 

Bu bağlamda AB Türkiye ilişkileri şu anda hangi aşamada? Göz yummaya devam mi? Bu siyaset nerede ve nasıl değişir?

-Bu göz yumma politikası zaten her zaman egemendi. Son 5 yılda da Türkiye’nin  bazı askeri hamleleriyle birlikte, işte Akdeniz'deki mevzuyla bağlantılı olarak veya Libya, ya da Azerbaycan-Ermenistan savaşındaki rolünden dolayı bir hoşnutsuzluk söz konusuydu kuşkusuz ama Erdoğan rejimi seçimleri kazanabildi ve jeopolitik rolünden dolayı bir göz yumma siyaseti egemen oldu. Şu anki durumda, bana öyle geliyor ki, en azından Bahçeli'nin yaptığı son açıklamayla da bağlantıyı kuracaksak, ABD Ortadoğu'da önümüzdeki dönemde daha farklı bir rol üstlenebilmesi için Türkiye’yi bazı adımları atmaya teşvik etmekte. 

Bahçeli hamlesine baktığımızda, herkes şaşırarak nasıl olur da Türkiye'nin açık faşisti, yıllarca Kürtlere yönelik katliamlarda sorumluluğu olan bir parti lideri böyle bir açıklama yapıp Öcalan'la görüşmelere kapı açmaktan neden söz eder diye düşünüyor. Bunu tabii ki Erdoğan hükümetiyle işbirliği içinde  yaptı. Burada belki de göz önünde bulundurması gereken husus önümüzdeki dönemde Ortadoğu’da savaşın  farklı bir biçim alabilmesi olasılığıdır. Türkiye farklı bir rol oynayabilmek için kendi iç sorununu,  yani Kürt sorununun bir biçimde siyasi olarak çözerse eli daha açık hareket edebilir. Batı’nin Türkiye siyasetini bu kapsamda görmekte fayda var. 

-Azerbaycan'dan söz ettiniz. Geçen hafta AP, Azerbaycan'da insan hakları ve hukukun üstünlüğünün durumunu eleştiren ve ülkenin güvenilir bir ortak olduğu gerçeğini sorgulayan bir kararı kabul etti. Geçmişte de benzer kararlar oylanmıştı ancak AB yönetiminin yasa koyucunun taleplerine kulak vermediği görülüyor. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz? 

-Belki ilk başta şunun altını çizmek gerekiyor: Azerbaycan hem yeraltı kaynaklarıyla  hem de  coğrafi rolüyle birlikte Orta Asya için çok önemli. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla birlikte, AB ve NATO kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda bu savaşın bir an önce bitmesine değil de uzamasına yönelik bir siyaset belirlediler. Bu siyaset silah göndermekle bağlantılı bu yapılan ekonomik ve kaynak yaptırımında kendini yansıttı. AB bir yandan “Ruslar  komşu ülkeye saldırdı dedi, artık Rusya’dan gaz almayacağız” dedi, aynı noktada o saldırıdan aylar önce Azerbaycan’ın aynı hamlesini unutarak gaz anlaşması yaptı. Bu tabii ki AB'nin ve Batı ülkelerinin ve dış politikanın genel olarak  insan hakları üzerine kurulu olan değil de çıkar ilişkisi  üzerine kurulu olduğunun göstergesiydi ve bu gaz kaynaklarını almasıyla birlikte bir özel ilişki oluşturuldu. Aynı zamanda Ermenistan'i kendi yanına çekme siyaseti yaptı. 

Çok özel, yeni bir şey olduğu için Azerbaycan AP gündemine gelmedi. Bakü'de gerçekleşecek olan COP 29 kapsamında gündem oluştu. Bu tabii ki önemli bir noktadır ama her şeyden önce Avrupa  Birliği'nin ikiyüzlü siyasetini de açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Eskiden beri başka bölgelerde var olan güç kavgaları emperyalistlerin açıktan güç kavgaları, daha açıktan kendi merkezlerine oturdu ve bu merkezlerine oturulurken şu an ister Ortadoğu'da olsun ister Avrupa'da olsun ister Kafkasya'da olsun iste Çin’de olsun kendi çıkarı doğrultusunda yeni bir düzenleme siyasetine girmekteler. Azerbaycan bu noktada Avrupa Birliği için önemlidir. Bilmek gerekir ki, AB’nin saldırıya uğrayan halka sahip çıkacak, insan haklarına sahip çıkacak diye bir otomatik siyaseti yoktur. Burada yanılma olmasın. Önemli olan aslında gerçekten şu an halkların demokrasi, barış ve eşitlik için vereceği mücadelede çok daha farklı bir rol oynayabilmesidir. 

Türkçe Հայերեն Русский